GÜNEŞ, KADIN OLMAK ZORDUR; KADINLARI ANLAMAK ERKEKLERE DÜŞÜYOR.
Kadınların Yaşam Koçu Tuğba Güneş, kadına şiddetti ortaya çıkaran nedenleri ortadan kaldıracak önlemler alınması gerektiğini söyledi. Kahramanmaraş'ın tek yaşam ve wellness koçlarından birisi olan Tuğba Güneş, giderek büyüyen ve toplumu yaralayan kadına şiddet üzerine açıklamalarda bulundu.
Güneş, toplumda sadece kadına yönelik olarak değil genel olarak şiddet olaylarında bir artış gözlemlendiğini belirterek, "Sosyal medya hayvanlara yapılan şiddet görüntüleri ile dolu. Araştırmalar da ortaya koymaktadır ki bir insan hayvana şiddet uyguluyorsa, canlıya merhamet duymuyorsa çok yüksek olasılıkla bir sonraki adımı insana aynı şekilde şiddet uygulamaktır. Şiddeti önleyecek en önemli duygular; sevgi, merhamet ve duygudaşlık duygularıdır. Toplum olarak bu duygularımızın şiddi şekilde yara aldığını düşünüyorum. Giderek daha öfkeli bir toplum haline dönüşmekteyiz. Ayrıca bir diğer önemli noktada hayatı içeresinde ezilmiş, kötü muamele bir bireyin eline fırsat ve güç geçtiğinde bunu yaşadıklarının acısını çıkarmak istercesine kötüye kullanmasıdır. İster evde olsun ister okulda disiplin ve eğitim sistemimiz maalesef şiddet içermektedir. Kocasından dayak yiyen kadın çocuğunu disipline etmek için dayağa başvurabilmektedir. Bu da dayağı normalize etmektedir. Çocuğun gördüğü rol model, kadına şiddet uygulamanın normal olduğudur. Ayrıca anne babanın diğer insanlara, çocuklara, yaşlılara, hayvanlara, doğaya karşı davranışları çocuk için örnek olacaktır. Olumsuz örnekler ile büyüyen bir çocuğun yetişkinliğinde olumsuz davranışlar sergilemesi çok yüksek olasılıktır" dedi.
Kadına şiddet uygulamak erkeğe hak değildir; hiçbir kadın şiddeti hak etmez.
Kadına şiddetin son bulmamasına bir neden erkeğin kadın üzerinde var olduğunu iddia ettiği/sandığı ve körü körüne inandığı mülkiyet hakkıdır. Mülkiyet, mal/meta üzerindeki sahipliği ifade etmektedir. İnsan için yapamayacağımız tanımlamalardan birisi de onun meta/mal olarak görülemeyeceği gerçeğidir.
Ancak, biliriz ki genel gerçekler ve doğrular herkes için aynı anlam ifade etmemektedir. Toplumun her katmanında kadına şiddet uygulandığını biliyoruz. Şiddet uygulayıcılarının profili çok geniştir.
Şiddet uygulayıcıları arasında, yoksul ya da zengin olmak; genç ya da yaşlı olmak; üniversite mezunu ya da cahil olmak; iş adamı ya da amele olmak; çalışan ya da işsiz olmak gibi ayrımlar olduğunu söylemek mümkün değildir.
Açıklamasına Şekilde devam eden kadına şiddeti tek tek bireyler işlese de temel suçlunun toplum olduğunu ifade ederek, "Şiddete karşı çıkmayan, ’Kızını dövmeyen dizini döver’, ’Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin’ şeklindeki atasözleriyle büyüyen bireylerin kadına şiddet uygulaması şaşırtıcı değildir. Aynı şekilde evde dayak yiyerek büyüyen çocuklar yetişkin olduklarında zayıf gördükleri kadınları hedef alarak şiddet uygulamaktadır. Çocukluğunda evde şiddete tanık olan çocuklar kendileri şiddet görmeseler de şiddete yatkın yetişmekte, büyüdüklerinde kendilerine güç yetiremeyen eşlerine şiddet uygulayabilmektedir" dedi.
’Dayak cennetten çıkmadır’ yaklaşımıyla aslında sadece kadınların değil, çocukların da şiddete maruz kaldıklarını ifade eden Yurdakul, şunları söyledi:
"Bu da şiddete yatkın bir toplum ortaya çıkarmaktadır. Her toplumda çocuklar ve kadınlar şiddete maruz kalabilmekle birlikte ama toplumun bakış açısı bunu onaylamadığında, şiddete tepki gösterip karşı çıkmaktadır. Öte yandan şiddeti makul bir baskı aracı gören, kadının sesini çıkarmasının aile içi düzeni bozacağını düşünen toplumlar ise şiddete katılmasalar da sessiz kalarak bir yerde suça ortak olmaktadırlar. Büyük oranda eşinden veya ailesindeki diğer erkeklerden şiddet gören kadının ekonomik zorluklar, çevre baskısı ya da çocukları nedeniyle evden ayrılamaması, ailesinin boşanıp geri gelmesini desteklememesi sonucunda kadın şiddet uygulayan eşinden uzaklaşamamakta ve şiddet görmeye devam etmektedir."
"Hiçbir şey dayağı ya da fiziksel şiddeti haklı çıkarmasa da, şiddet gören bir kadın duyduğunda insanların sordukları ilk soru ’Ne yapmış acaba?’ olmakta bu da şiddetin sürmesine neden olmaktadır" diyen Güneş , "Kadınlarımızı şiddetten korumak istiyorsak bunun yolu toplumun bakış açısını değiştirmek, kız çocuğu olsun erkek çocuğu olsun yetiştirirken şiddetten uzak bir aile ortamında yetiştirmek ve çocuklarımızın şiddet gösteren aile bireyini model almasını engellemektir. Ancak bunu yapabildiğimiz zaman şiddet gösteren bireylerin sayısı çok daha küçük sayılarda kalabilir ve yasal önlemler ile bu da ortadan kaldırılabilir. Yoksa her gün telin ederek bu şiddeti ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır" ifadelerini kaydetti.
Kadınların en temel sorunu nedir?
Modernleşme süreci içerisinde kadın ve erkek arasındaki cinsel ayrımcılık her ne kadar dengeye doğru gidiyorsa, kadının sosyal hayata, iş hayatına aktif katılımıyla kişisel gelişimi ile ailenin dışındaki dünyayı kavrayışı artıyor ve erkek egemen olan alanlarda kadınların egemenliği artıyorsa da sorun devam ediyor. Kültürel olarak yetiştirilişten itibaren kadın cinselliği sürekli bastırıldığından, erkek cinselliği sürekli yükseltildiğinden büyük bir asimilasyon yaşanıyor ve ne kadın ne de erkek bunu bir türlü aşamıyor, buluşma olmuyor. İlişkilerin çatırdamasındaki en temel neden bu…
Evliliğin insan doğasına aykırı olduğu doğru mu?
Buna asla inanmıyorum. Evlilik denilen şey hukuksal mekanizma değildir. Hukuk yapalım diye mi imza atıyoruz? Hukuk ancak boşanırken aklımıza geliyor. Biz güzel hayallerle, dışardaki can pazarına karşı dayanışma için birliktelik oluşturuyoruz. Ancak çok ekolojik olan bir şeye ihanet ettiğimiz için evlilikler yıkılıyor.
Kadınlar bu çatırdamayı hangi yaşlardan itibaren yaşamaya başlıyor?
18-24 yaş arasındaki kızlar bunları henüz fark etmemiş oluyor. Onların peşinde her yaştan erkek koşuyor ve eğer çok tutucu bir ailede yetişmiyorlarsa bu ayrımın farkına varmıyorlar. Ortalama 25 yaşlarında evleniliyor (her ne kadar dünyada çocuk gelinler sıralamasında ilk sıralarda yer alsak da biz davranış bilimciler 25 yaşından önce evlenmenin sağlıklı olmadığını düşünüyoruz) ve cinsellik de evlenme ile birlikte akredite oluyor. Ancak günümüzde her iki evlilikten biri ilk beş yıl içinde boşanmayla sonuçlanıyor. İlişki için değil, özgürleşmek için evlenen kadın bu yükü üzerinden atıyor.
Bu kadının artık özgür olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu kadın için cinsellik hala özgür kabul edilmiyor, kendisi de cinsel açıdan özgür bir varlık olduğunun bilincinde olmuyor ve bu sefer beraber olduğu erkeklere yapışmacı bir tavır sergileyebiliyor. Erkek istediği gibi bir cinsel hayat yaşayıp alkışlanırken kadın için durum hala tam tersi devam ediyor. Oysa ülkemizden batıya doğru ilerlemeye başladığınızda böyle bir durum yok. Ülkemizdeki özgür(!)
kadının en büyük mücadelesi aslında cinsel özgürlüğün kadın üzerinden tarif edilmeyişi ile düştüğü ikilem oluyor. Ancak bunun farkında olmayan kadınlar ben çirkin miyim, şişman mıyım, yeterince şık değilim, cildim kırıştı, botoks yaptırmam lazım gibi takıntılar geliştiriyor. Oysa bütün bunların altında kadının kendini yetersiz hissetmesi yatıyor. Ve bu yetersizlik duygusu erkeklerin ve toplumun çok işine geliyor. Özgür kadından başka herkesin işine geldiği için bu durum müthiş bir ağız birliği ile sürdürülüyor; yetersizsin, çirkinsin, kıskançsın diye diye Bu durumu toplumdan çekip alırsanız sistem çökecek sanki…
Mutlu kadınlar olmak için ne yapmalı?
Kadın kendine ihanet etmesin yeter. Bunun için de öncelikle bir ilişkiden neler beklediğini kendine sorması gerekiyor; “Bu ilişkiye neden ihtiyacın var, ona bir daha bak. Sen yaşadıklarından, paylaşımlardan memnun olmak istiyorsun; hakaret edilmek, bastırılmak, yok sayılmak, şiddete, tacize uğramak değil… Çalışıyorsun, paranı kazanıyorsun, birçok alanda erkeklerden daha fazla para kazanıyorsun, o halde hiç kimseye ihtiyacın yok.” Ancak özgürleşmenin bedelinin yalnızlık olduğunu da unutmamak gerekiyor.