Bir futbol kulübünün taraftarı olunabilir.
Futboldan farklı bir spor branşında bir takım sevilebilir.
Bir siyasi parti sempatizanlığı gerçekleşebilir.
Dini inançlar farklı olabilir.
**
Fanatik olmamak gerekir.
Yüksek sempati ve sevginin bir marka, kurum ya da topluma mal olmuş birey üzerinde yoğunlaşmasına girilmemeli; yani fanatizm peşinde koşulmamalı, aşırıya kaçılmamalıdır.
Huzur için elele-gönül gönüle olmak lazım.
Çünkü başka Kahramanmaraş yok, başka Türkiye yok!
**
İnsanımız, ülkemizin neresinde yaşarsa yaşasın; fanatizmde aşırılık yaşıyor.
Kulüp taraftarlığı, siyasi düşünce, dini inanç, etkin köken, bölgecilik, hemşehricilik hatta mahallelilik duygularımız hep ön plana çıkıyor.
Eğer fanatizmimiz yoksa da 'boşvermişliğimiz' kendimizi ön plana çıkarıyor.
Fenerbahçeliler ile Galatasaraylılar, Trabzonsporlular ile Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılar ile Galatasaraylılar, Adanasporlular ile Adana Demirsporlular, Karşıyakalılar ile Göztepeliler, Kayserisporlular ile Sivassporlular…
AK Partililer ile diğerleri, HDP'liler ile MHP'liler, CHP'liler ile AK Partililer…
Elbistanlılar ile Kahramanmaraşlılar, Gaziantepliler ile Kilisliler, Şanlıurfalılar ile Birecikliler, Balıkesirliler ile Bandırmalılar, Mersinliler ile Tarsuslular, Konyalılar ile Karamanlılar, Tekirdağlılar ile Çorlulular, Bursalılar ile İnegöllüler…
Tekkeliler ile Karamanlılılar, Kuyucaklılar ile Sakaryalılar, Büyüksırlılar ile Küçüksırlılar, Önsenliler ile Fatmalılar, Türkoğlulular ile Beyoğlulular, Büyükyapalaklılar ile Elbistanlılar, Ilıcalılar ile Kertmenliler, Tekirliler ile Kurucaovalılar…
Araplar ile Şiiler, Ermeniler ile Azeriler, Almanlar ile İskoçlar, Ruslar ile Çeçenler, Kuzey Koreliler ile Güney Koreliler, Kübalılar ile Amerikalılar, İspanyollar ile Katalanlar, Sırplar ile Hırvatlar, Arnavutluklular ile Makedonyalılar…
Siyahlar ile beyazlar, açık benizliler ile sarı benizliler, sarışınlar ile esmerler, ela gözlüler ile yeşil gözlüler, çekik gözlüler ile düz gözlüler, tabak yüzlüler ile sivri burunlular…
Elmalar ile armutlar… Evliler ile bekarlar… Yaşlılar ile gençler… Öğretmenler ile öğrenciler… İşçiler ile memurlar… Sağcılar ile solcular…
Şunlar ile bunlar, onlar ile şonlar, falanca ile filanca, sakal ile bıyık, göz ile kaş, ayak ile baş, taş ile toprak, dal ile yaprak…
Hep bir fanatizm içerisindeyiz.
**
"Dediğim dedik, çaldığım düdük…"
"Ya tutarsın, ya çiş ederim…"
"İlla da benim dediğim olacak…"
**
Peki hoşgörü nerede?
Bir Yunus'un hoşgörüsünü, bir Hacı Bektaş'ın sevgisini, bir Mevlana'nın tutkusunu neden benimsemiyoruz.
Ne diyor; Yunus Emre:
"Yaratılanı hoş gör, Yaradan'dan ötürü…"
Sevmeyebiliriz ama saygı göstermek durumundayız.
Ne diyor; Hz. Mevlana:
"Sevgide serbesiyet, saygıda mecburiyet var…"
Birlik içinde olmak için hoşgörü, saygı olmalı toplumda.
Ne diyor; Hacı Bektaş-ı Veli:
"Bir olalım, iri olalım, diri olalım…"
Hoşgörümüz olmaz ise saygımız olmaz ise sevgimiz olmaz ise nasıl bir olacağız, nasıl iri olacağız, nasıl diri olacağız…
**
İnsanın varlığını sürdürebileceği başka dünya yok.
Nefes alabileceğimiz, suyunu içebileceğimiz, ekip-biçeceğimiz başka gezegen yok (en azından şimdilik).
Yaşadığımız coğrafyaya bakalım; cennet gibi bir ülkedeyiz, bir şehirdeyiz, bir beldedeyiz.
Etrafımız ateş çemberinde.
Suriyeliler canlarını kurtarabileceği bir ülke arıyor.
Iraklılar, sığınabileceği bir yer arıyor.
Filistinliler, her gün onlarca-yüzlerce can veriyor; yaşadıkları coğrafyada…
Yunanlılar iflasın eşiğinde…
Dünya karmaşık bir hale gelmiş, şöyle bir gezegeni göz atarsanız.
Peki bize neler oluyor?
**
Kaybetmek te var, kazanmak ta…
Gitmek te var, kalmak ta…
Koşmak ta var, durmak ta…
Kavuşmak ta var, hasrete düşmek te…
Ama saygımız azalıyor, sevgimiz tükeniyor birbirimize…
**
Söz gümüş ise sükut altındır, diyor atalarımız; o zaman: Konuşalım ama susmasını bilelim.
Karşıdakini anlamaya çalışalım.
Dinleyelim. Dinlemeyen, dinletemez.
**
Kahramanmaraş Kent Konseyi Başkanımız Zeynep Özbaş Arıkan, geçenlerde sosyal paylaşım sitesi facebook'taki sayfasında güzel bir paylaşımda bulunmuş. Buyurun, okuyun:
"Bu hikayenin hiç bir îması ve mânâsı yok!
Lütfen bir anlam yüklemeden okuyun…
Sadece hoşuma gittiği için paylaşmak istedim:
Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış. Yaşarmış yaşamalarına ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazlarmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları.
Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı. "Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor" demiş aslanlardan birisi. "Evet" diye tasdik etmiş diğerleri.
"Nereye gideriz" diye düşünürlerken "Bir dakika" diye bir ses duymuşlar gerilerden. Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa. Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan topal aslanmış söze atılan.
"Hayır" demiş, "Hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi."
İnanmamış kimse ona ama "Haydi bir şans verelim ne çıkar" diye düşünmüşler.
Topal aslan elinde beyaz bayrak gitmiş öküzlerin yanına. Öküzlerin lideri olan boz öküz sormuş ne istediğini.
Topal aslan "Saygıdeğer öküz efendiler" diye başlamış lafa:
"Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik. Evet size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden... Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördük mü ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz. Bunların hepsi sarı öküzün suçu. Verin onu bize, siz kurtulun biz de barış içinde yaşayalım!"
Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş. Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife. Bir tek yaşlı benekli öküz "Olmaz" demiş ama kimseye dinletememiş sözünü.
Zavallı sarı öküz teslim edilmiş aslanlara. Diğerleri üzülmüşler üzülmesine ama elden ne gelir ki! Bütün sürünün selameti için bir öküz. Gerekliymiş bu.
Gerçekten de günlerce sürüye saldıran olmamış. Huzur içinde geçer olmuş günleri. Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki? Hele öküz etinin tadını aldıktan sonra."Acıktık !" demişler
Topal aslan boz öküzün yanına giderek "Selam !" diye girmiş söze:
"Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Yalnız buraya bunu söylemek için gelmedim. Büyük bir problemimiz var!.."
"Nedir?" demiş boz öküz merakla.
"Şu sizin uzun kuyruklu öküz" demiş topal aslan ve devam etmiş:
"Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor. O kuyruğu salladıkça bizim de aklımız başımızdan gidiyor. Gözümüz dönüyor, sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Gelin verin onu bize bu mevzuyu burada kapatalım. Eskisi gibi barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün."
Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla. Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan. Hepsi de "Verelim gitsin" demişler...
İstişare daha da kısa sürmüş bu defa. Dışlamışlar uzun kuyruğu sürüden.
Saatler sürmüş zavallının çırpınışları ama sonunda o da yenik düşmüş aslanlara.
Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar. Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar, alabildiğince güçlenmişler.
Öküzlerse her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler.
Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir sebep bile söyleme gereği duymuyorlarmış. "Verin bize şu öküzü sonra karışmayız" derlermiş sadece.
Zavallı öküzlerin "Hayır" diyebilecek güçleri kalmamış. Hepsi birer birer can veriyorlarmış aslanların pençesinde. Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaçı kalmış en sona.
"Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu harbi aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?" diye sormuş biri boz öküze. "Biz" demiş boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek, "Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik bu kavgayı!."
**
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" demeyelim. Bir gün o yılan bize de zarar verir.
Biz birlik ve beraberlik içerisindeki yaşantımızı, 'benlik-senlik' kavgası ile kaybetmeyelim. Yoksa bir gün biz de aynı duruma düşeriz.