Oruç.
Ramazan.
İkisi de aynı kavramdadır.
Farz olan oruç, Ramazan ayında tutulduğu için Oruç ta Ramazan birdir; öyle söylendi, öyle öğrendik.
**
Çok değil, daha 10-15 yıl önceydi.
Biraz daha eskiye gidelim, 15-20 yıl önceydi.
Bu tarihi biraz daha geriye alabilirsiniz, 20-25 yıl önce diyebilirsiniz.
Aklınız yetiyorsa, daha da gidin:
25-30, 30-35, 35-40, 40-45 yıl önceydi.
Daha öncesine benim aklım ermez, o ancak Mehmet Fiskeci'nin işidir.
**
Evet, o tarihlerde oruç ayı geldiğinde çarşı pazardaki lokantalar kapanırdı.
Neden?
Oruç yiyen yok muydu?
Hastası-sayrısı, yaşlısı-başlısı, çoluğu-çocuğu yok muydu?
İnanmayıp tutmayan yok muydu?
Elbette vardı.
Hatta ben ortaokul ikinci sınıfta okurken, oruç zamanı sigara içtiğini gördüğümüz bir öğretmene 'heyyy… bu öğretmen oruç yiyor' tepkisini bile vermiştik.
Nöbetçi öğretmen bizleri sakinleştirmişti.
Çocuk aklı işte.
Şimdinin ortaokula giden çocukları, bizim zamanın ordinaryüsü sayılırdı.
**
Hatta, 1983'te ÖSS için Konya'ya gittik.
Günlerden yine oruç zamanı.
Gece indik Konya'ya.
Bekledik sabaha kadar.
Sınav ve yolculuk nedeniyle kendimizi seferi sayıp orucu kazaya bırakmışız.
Sabah çorbası içmek için lokanta arıyoruz.
Yok. Bulmak mümkün değil.
Nice sonra, bir ara sokakta lokanta olduğunu söylediler.
Döndük yönümüzü o tarafa, ama yine kapalı.. Camları gazete kağıdı ile kaplı. Tam döneceğimiz sırada içerden çıkan yarı yaşlı yarı hasta biri sayesinde lokantanın açık olduğunu gördük.
Girdik içeri, lokantacı bize kızdı:
"Utanmıyor musunuz? Şu yaşınızda oruç yiyorsunuz. Tühhh sizin sıfatınıza…"
Ne diyeceğimizi şaşırdık!
Utandık!
Yerin dibine girdik.
Ama bir kez girdik içeri ya, çıkışı yok.
Lokantacı, suratı bir karış çorbaları getirirken fark etti öğrenci olduğumuzu.
"Sınava mı geldiniz?"
"Evet!" dedik, utanç içinde.
Uzatmadı sonra.
**
Yıl 1988, 1989, 1990…
Mersin'de çalışıyorum o dönemler.
Ramazan ayındayız yine…
Gayrimüslimlerin işlettiği bir içkili lokantanın önünden geçerken kapıda asılı bir kağıt dikkatimi çekmişti: "Müslümanların kutsal ayı nedeniyle kapalıyız".
Mersin macerasının ardından Kahramanmaraş'a döndüğümde de insanlar, oruç zamanı saygılıydı.
Lokantalar kapanır; iftar vakti açan açardı.
Açık olan birkaç lokantanın da perdesi, camı kapalı olurdu.
**
Şimdi öyle mi?
Lokantalar, çayhaneler açık.
Restorantlar açık.
İnsanlar yolda giderken sigarasını tüttürüyor, yaptırdığı çiğköfte-döner dürümünü yiyor.
Ne saygı kaldı, ne de muhabbet!
**
Bir deyim vardır; kültürümüzde:
"İbadette gizli, kabahatte…"
Bunu şöyle açıklıyor; bilgi kaynakları:
"Farz ibadetlerin çoğunu insanlardan gizlemek mümkün değildir. Aslında buna gerekte yoktur. Bu atasözünde kastedilen, kişinin özellikle yoksullara yönelik yardımı, hayır ve hasenatıdır. Bunların gizli yapılması hem Allah'ın hoşnutluğuna, hem de karşı tarafın onurunu korumaya daha uygundur. Öte yandan ibadet gösteriş için yapılmaz. Gizli açık bütün ibadetlerde amaç Allah'ın yüce rızası olmasıdır. Kul, Allah'a karşı olan borcunu insanlar görsün diye yaparsa bu, ibadet olmaktan çıkar. Kabahat, insanların kınadığı bir şeydir; ona da gizlilik yakışır."
**
Bugünlük son söz:
Biraz saygı.. Kendimize saygı