Konuşmacı K.S.Ü. İslâm Tarihi Öğr. Üyesi Doç Dr. Şaban Öz, "Ortadoğu’da bir kavga yaşanmakta ve bu kavgada milletin önüne sadece iki seçenek sunulmaktadır. Oysa Anadolu’da kurulan ve 2023’te 100 yılını idrak edecek Cumhuriyetin, bin yıllık bir geleneği vardır ve illâ da iki seçenekten birini seçmek zorunda değildir" dedi.
Şube Başkanı Dr. Abdullah Tekinşen açış konuşmasında, Ortadoğu’da ve kendi sınırlarımızın etrafında “Arap-Baharı”ından bugüne milletimizi endişeye sevk edecek önemli gelişmeler olduğunu, bunları sağlıklı bir şekilde anlamak için meselenin bugün din ve mezhep kaynaklı boyutunu, iki hafta sonra da uluslar-arası siyaset boyutunu işin uzmanlarıyla konuşmak istediklerini, söyledi. Bu meyanda, bugün Doç. Dr. Şaban Öz’ü dinleyeceklerinden, iki hafta sonra da Ankara’dan Prof. Dr. Celâlettin Yavuz’u konuk edeceklerinden bahsetti.
Şaban Öz, konuşmasında özetle şunları söyledi:
“ *İslâm mezheplerinin ortaya çıkışında etkin olan unsur Hilâfet, yani yönetim meselesidir. Hilâfetin siyasî mi, dinî mi olduğu tartışılmasına rağmen bu tartışmalarda gözden kaçırılan en büyük husus, İslâm’ın özünde din-dünya ayrımının olmaması gerçeğidir. Dolayısıyla İslâm tarihinde din ve siyasetin ayrıldığı bariz bir örnek olmadığı gibi, Batı’nın tersine Doğu’da cami veya medresenin saraya ve iktidara değil tam tersine sarayın cami veya medreseye baskı kurduğunu görüyoruz.
*İslâm mezhepleri arasında ilk kurumsal ayrışma Haricîlik’tir. Haricîlerin din algısında bedevî zihniyet hâkim olduğu gibi vahyin nüzul zeminini bilmedikleri için hiç çekinmeden vahyin ilk muhataplarını küfürle itham edebilmişler ve bu konuda tavizsiz bir siyaset izlemişlerdir. Tarihleri boyunca sınırlı bir ittifak haricinde gezici otorite peşinde koşan Hâricîler’i, ümmet çektiklerine mebni olarak rivayet kültüründe yer alan uydurma hadislerle cezalandırmış, onları “cehennem köpekleri” olarak isimlendirmiştir.
*Şîa’nın ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde ise tarihî yaşanmışlıkları vardır. Şîa’nın inancının kökenlerinde tarihleri vardır ve Şia geriye dönük olarak tarihi yeniden restorasyona tabi tutmuştur.
*Ehl-i Sünnet ise diğer iki mezhebin tekfirci yaklaşımına karşı ehl-i kıble kavramını getirmiş, mümkün mertebe tekfirden uzak kalmaya çalışmıştır. Hiç şüphesiz ehl-i sünnetin bu duruşunda tarihî misyonunun da etkisi açıktır. Çünkü tarihte Haçlı, Moğol veya emperyalist hareketlere karşı direnç gösteren en büyük değil tek grubun Sünniler olduğu unutulmamalıdır.
*Osmanlı Devletinin tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte Batı karşısında Müslümanlar muhatap sıkıntısı yaşamışlar ve hâlâ bu sıkıntı devam etmektedir. Yakın tarihte Müslüman coğrafyasının Anadolu ve bir iki yeri hariç neredeyse tamamı sömürülmüş ve sömürülmeye de devam etmektedir.
*Batı sadece yer altı-yer üstü zenginliklerimizi değil, değerlerimizi de sömürmüş, Müslüman ulusları hem kendi içlerinde, hem de birbirlerine karşı yabancılaştırmıştır.
*İslâm toplumları ise buna karşı farklı reaksiyonlar göstermişlerdir. Bugün Ortadoğu’da yaşanan sıkıntıların temelinde de bu reaksiyonların yansımaları görülmektedir.
*Bizim anladığımıza göre, Batılıların Sünni iktidarları durdurmak için Suriye’de frene bastığı görülmektedir ve sanıyoruz ki onlar, daha uzun süre engellemek için çalışmalarına devam edeceklerdir.
*Suriye ve Irak’taki çatışan grupların kimlikleri ve din algılarında sadece dönemin şartları değil, tarihî birikimlerin etkileri de görmezden gelinemez. Meselâ, hangi şartların doğurduğu tartışmalı olsa da, IŞİD’in gerek din algısı ve gerekse mücadele yöntemleri, açıkça Haricîlik’i çağrıştırmaktadır.
*Bize göre bu coğrafyada Türkiye’nin yapması gereken şey; bu derece karmaşık mezhebî ve etnik çatışmalarının olduğu bu ortamda ve aktif siyaset planında, her ne olursa olsun çatışmalara doğrudan müdahil olmamaktır. Aktif siyasetteki son değişimi, bugün Amerika’nın en son İran ve hatta Esed’le yakınlaşmasında görmekteyiz.
*İslâm dünyası artık dibi görmüş durumdadır ve yeni İslâm Medeniyeti için bir şekilde ayağa kalkmak zorundadır. Batının ise, İslâm coğrafyasına karşı izlediği aşırı müdahaleci ve sömürgeci politikasında ya kökten bir değişikliğe gitmesi gerekmekte, ya da yakın gelecekte – Müslümanların da tasvip etmediği - 11 Eylül sürecini aratacak kaotik durumlarla karşı karşıya kalması mümkündür.”
Doç. Şaban Öz, konuşması sırasında devletlerin dış politikalarının millî menfaatler üzerine kurulduğunu, ülkenin son yıllardaki Ortadoğu politikasında ise, gerek Mısır, gerek Filistin-Mısır ilişkileri ve gerekse de Suriye politikasında yer yer bu açıdan hatalar yapıldığını, kaydetti.
Programın sonunda söz alan Türk Ocakları yetkilileri, konuşmacının İslâm Medeniyetin yeniden ayağa kalkması gerektiği görüşüne aynen katıldıklarını, bu coğrafyayı bin yıl boyunca o medeniyetin Türk-İslâm Şubesini temsil eden Türklerin yönettiğini, o halde genelde İslâm ve özelde Türk-İslâm Medeniyetini yeniden ihya etmedikçe Batı’nın Ortadoğu’da kendine muhatap bulmasının zor olduğunu söylediler.
HABER MERKEZİ