Facebook'ta, Twitter'de, İngstram'da adreslerim var.
Kimi zaman neşeli, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman anlamlı paylaşımlar yapıyorum.
Paylaşımları da takip ediyorum.
Bu siteler, çocukluğumdaki 'iletişimsizliğin' eksikliğini gideriyor.
**
Hiç unutmadığım anlar var; çocukluğum, gençliğim ve yetişkinliğim döneminden kalan…
1977'de Sıddık ağabeyim (rahmetli) İstanbul'da asker, ben henüz 12 yaşındayım.
O zamanlar her evde telefon yok.
Telefon ile iletişim sağlamak için PTT'ye gidiliyor.
Rahmetli annem, "Sıddık ile telefonda görüşeyim. Sesini duyayım" diyor. Kaledibi'ndeki PTT'ye gidip telefon numarasını verip, görüşmek istediğimizi beyan ediyoruz.
Bize sıra 4 ya da 5 gün sonra geliyor.
Bir posta memuru, 'Yarın 10'da PTT'de olun' diyor.
Ertesi gün o saatte annemle beraber, PTT'ye gidiyoruz. Bekliyoruz. Bir, birbuçuk saat sonra sıra bize geliyor. Annem ağabeyimle konuşuyor. Sonra bende konuşuyorum.
Geri dönüp eve geliyoruz.
1988'de evimize telefon çektirmek istiyoruz.
PTT'ye başvuruyorum. 6-8 ay sonra sıra bize geliyor. PTT'ciler geliyor, telefonu çekiyor.
1990'ların sonuna doğru, cep telefonu ile tanışıyoruz.
O günkü gelirlerimizle, o günkü telefonların pahalılığı ile almak mümkün değil.
Ama bir vesile ile 1999'da bir cep telefonuna sahip oldum. Kendimi 'ayrıcalıklı' hissettim, doğrusu..
Sonraları da iletişim ve teknoloji alanındaki hızlı gelişmeye ayak uydurmaya çalıştım, elimden geldiğince…
Övünmek gibi olmasın ama bugün son model akıllı bir cep telefonuna sahibim. Laptopum, tabletim bulunuyor.
Hatta kendime ait sosyal paylaşım sitelerim bile var.
Çocukluğum, gençliğim ve yetişkinliğim döneminde kullandığım mektup, tebrik kartları ve kartpostallar geride kaldı. Artık teknolojinin nimetlerinden yararlanıyorum: GSM, SMS, e-posta vs…
**
Neyse:
Önceki gün facebook'ta gezinirken bir paylaşım dikkatimi çekti.
Ali Evran kardeşimiz, Mustafa Akdere kardeşimizin sayfasındaki bir paylaşımı paylaşmış. Ben de Ali'nin sayfasındaki Mustafa'nın paylaşımını kendi sayfamda paylaşmakta beis görmedim. İki kardeşim de hakkını helal etsinler.
İşte o paylaşım:
**
"Mustafa Akdere
19.07.2015, akşam saat 21:00, yer K.Maraş Ulucami Yanı Atatürk Meydanı.
5-6 kişilik Suriyeli gençler kendi aralarında tartışırken bir anda kavga etmeye başladı. 4-5 kişi 1 kişiye saldırdı. O bir kişi cebinden çıkardığı bıçakla önüne gelene saldırdı. Saldırgan yakalandı. Sonuç 2 Suriyeli yaralı. Birinin durumu ağır.
1- Demek ki bıçaklı dolaşıyorlar. Kime karşı ne için?
2- Madem kabadayısınız savaşacaksınız neden ülkenizi terk ettiniz?
3- Gittikçe şehrimizin huzurunu bozan, çete gibi guruplar halinde gezen bu Suriyeli gençler Kahramanmaraş halkı için bir tehdit oluşturmaktadır.
4- Sığınmacı olarak geldiler, şehrin her yerine yayıldılar. Buna bir çözüm bulunmalı.
5- Şehrimizde Suriyelileri istemiyoruz demiyorum. Şehir içinde Suriyeli çete istemiyoruz.
6- Hepsi tek tek toplanıp çadırkente götürülsün. Güzelim memleketimin huzuru havası bozulmasın.
7- Bunlara şehir içinde ev ve iş yeri kiralayan, her şeyi para olarak gören vatandaşlarımızın da bir an önce kendine gelmesi ve bunları evlerinden çıkarması lazım.
Halkımızın can ve mal güvenliği kalmadı, kendi yurdumuzda garip kaldık."
**
Mustafa Akdere'nin bu paylaşımına birkaç harf düzeltmesi dışında müdahil olmadığımı bildirmek isterim.
Paylaşımı tekrar tekrar okuyun.
Düşünün.
Bir değil, bin kez düşünün.
Bu paylaşımdan çıkarılacak bir çok anlam olduğunu düşünüyorum.